28 Ocak 2011 Cuma

Kafam bir tek topa çalışıyor !

Poz dediğin böyle olur ...

Lucas Neill üzerine millileri çekip Katar'ın tuhaf yapılı gökdelenlerinde poz vermiş ya harbiden beğendim . Hele arkasındaki füze kılıklı gökdelen nasıl bir yapıdır , enteresan . Bu arada şu zıkkım turnuva bir an önce bitse de gelse iyi olacak , özledik ...

Real Adebayor !

Mario Balotelli ve Edin Dzeko transferleri Togo'lunun fişini çekti . Bizim eski alemci Jo'nun bile arkasında kalan bir futbolcunun Real Madrid'e transferi ,kiralık olsa bile, yaradanın Adebayor'a sunduğu büyük bir fırsattır . Mourinho'nun verdiği gazla Benzama'nın bereketsizliğini bir nebze olsun giderir mi bilinmez ama eminim ki Adebayor burda bir yerine iki koşup kendini göstermek için elinden geleni yapacaktır. Nerden nereye diyelim ; yıllar önce ikinci ligde Metz forması giyen Togo'lunun ağaç yuvası kıvamındaki saçları ve takım arkadaşı Fenerbahçali Niang ile çekilmiş karesini arşive de eklemiş olalım .

27 Ocak 2011 Perşembe

Bask rüyası : Athletic Bilbao

Avrupa'nın en nevi şahsına münhasır takımlardan birisi Athletic Bilbao . Bunun nedeni tahmin ederseniz ki kuruluşundan itibaren bir kez olsun dahi yabancı futbolcu oynatmaması. Takım tamamıyla Bask bölgesinde doğup büyümüş futbolculardan oluşmakta ve sonsuza dek bu kuralın işlemesi öngörülüyor . Her ne kadar yıllar sonra tarihinde ilk kez forma reklamı alarak küreselleşen futbol dünyasının getirilerine karşı açık verse de Bilbao'nun futbolcuları kıyamete kadar Basklı olacak düsturu ile şekil buluyor. Bu durum bazı eleştirileri yanında getirse de saygı duyulması gereken onurlu , başı dik bir kulüp gerçeğini değiştirmiyor.
Athletic Bilbao İspanya'nın en köklü ve en başarılı kulüplerinden bir tanesi . 1928 yılında kurulan Bilbao , Recreativo de Huelva'dan sonra İspanya'nın en eski 2. futbol takımı . Şu ana kadar 8 şampiyonluğu ve 23 Kral Kupası var. Real ve Madrid ve Barcelona'dan sonra ikinci lige düşmeyen tek takım . Yabancı sınırlamasının kalkmasıyla diğer İspanyol kulüpleri karşısında rekabette ciddi sorunlar yaşayan takımın en son lig Şampiyonluğu 84 yılında gelmesine rağmen kimse bunu dert etmiyor çünkü olaya saf futbol başarısı penceresinden bakarsanız önemli bir gerçeği kaçırabilirsiniz . El Mundo tarafından yapılan bir ankete göre taraftarların %76'sı geleneksel kulüp felsefesi olan La Cantera zihniyetini terketmektense takımlarını 2.ligde oynamalarını tercih edeceklerini belirtiyor .
Athletic Bilbao Bask milliyetçiliğinin adeta bir simgesi . Bask halkı için takım bir din gibi . Stadları San-Mames haliyle bir Katedral kıvamına geliyor . Kulübün siyasi kimliği kesinlikle ikinci plana atılmıyor ve maçlarda Anti-İspanya sloganlarının yanısıra Bask ayrılıkçı güçlerini destekleyen sloganlar atılıyor. Bir gerçek var ki bu sloganları atanlar her geçen yıl azınlık durumuna düşüyor çünkü insanlar daha doğrusu yeni nesil maçlara daha konsantre olarak çılgın bir atmosfer yaratıyor.
"Mes que un club" yani bir bir kulüpten daha fazlası lafı Barcelona'ya ait biliyorsunuz . Aslında aynı ifade Athletic Bilbao için de cuk oturuyor. Barça ve Athletic arasında göze çarpan benzerlikler var . İki takım da bağımsızlık arayışındaki Katalan ve Bask bölgelerinin en büyük takımları .Her iki takımın da ideolojilerini futbolla birleştiren sadık bir taraftar kitlesi var . İki takım da yerel futbolcularının daha çok oynatılması gerektiğine inanıyor . Tabi Barcelona devasa bütçesiyle yabancı transferine harcadığı paralarla bu kurala uymamış görünüyor. İşte bu yüzden bir kulüpten ötesi klişesini Bilbao ekibi hakediyor . Modern futbol dünyası Athletic Bilbao'yu her geçen sene zirveden uzaklaştırsa bile kulüp yerli malı Bask'ın malı prensibinden zerre kadar ayrılmıyor.
Athletic'i yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla suçlayan çevrelerde var . Fakat bu tam anlamıyla doğru sayılmaz . İronik olan durum Athletic Bilbao'nun İngilizler tarafından kurulmuş olması . Ve çoğu kez takım yabancı antrenörlerle çalışmış ve genç takımı eğitmesi için farklı ülkelerin spor adamlarına başvurulmuş . "Sıfır yabancı" değil sadece Bask evladı futbolcu kuralı ön planda tutuluyor . Biraz önce de belirttiğimiz gibi bu siyasi duruşundan ötürü futbol başarısı sekteye uğramış gibi görünse de Athletic felsefesi Basklıların ciğerine işlemiş ve bu durumdan da şikayetçi değiller . Modern futbol dünyasına göre bu anlayış tam bir delilik . Fakat Bilbao'lular kendilerini romantik futbolun özü olarak değerlendiriyor. Onlara göre yeter ki Bask insanlarını temsil eden kırmızı beyaz çubuklu - siyah şortlu Bask evlatları yeşil sahada olsunlar ve yemişim modern futbolu ...

Önemli olan boy değil ....

UEFA'ya kayıtlı tam 36 ülke ve 13.000'den fazla futbolcu incelenmiş . Araştırmayı yapanlar The Professional Football Players Observatory adlı bir kuruluş ve ilginç veriler var . Avrupa'nın en kısa boylu takımı 177.38 cm ile Barcelona çıkmış . Katalanların şu anda rakipsiz olduğu konusunda çoğu kişi hem fikirdir . En uzun boylu takımlar 186.68 cm'lik ortalamayla Avusturya'dan Mattersburg ve Ukrayna'dan Volyn Lutsk . Avrupa'nın en yaşlı takımı 29.61 yaş ortalamasıyla Inter . Letonya'nın Olimps Riga takımı 19.02 ortalamayla Avrupa'nın en genç takımı . Avrupa'da top koşturan en çok yabancı futbolcu Brezilyalılardan oluşuyor.
Kadrolarında % 61 ile en çok yabancı barındıran ülke İngiltere . Onları Almanya %49.6 ile takip ediyor. En az yabancı futbolcu % 2 ile İrlanda'da . İrlanda Brezilya'lının olmadığı tek ülke ayrıca . Avrupa'da oynayan futbolcuların genelde boy ortalaması 181.92 cm . 2008 yılından beri bu rakam 0.29 cm artmış . Araştırmacılar teknik futbolun fizik futboluna göre her geçen sene azaldığı kanısında. Xavi ,Messi ,Iniesta , Sneijder, Modric ve Nasri gibi kısa boylu yetenekli futbolcuların yerini devasa futbolcular alacak gibi gösteriyor gidişat . İstikrar konusunda tartışmasız lider Manchester United . Ana yapısını,çekirdek kadrosunu ve belli başlı ekol adamlarını yıllardır değiştirmedi United . Takımla ne kadar oynarsanız başarı şansınız o ölçüde azalıyor . United 1 ya da 2 nokta transferle stability olayını kimseye kaptırmıyor. Genelde 5.71 yıllık ortalamayla United'lı futbolcular beraber oynamakta . United'ı Dinamo Kiev ve Barcelona takip etmekte ...

Şimdi nereye Camonaresi ?

Yakın zamanda İtalya'nın olmazsa olmazı , ciğeriydi Arjantin asıllı Camoranesi . İtalya'dan ayrılıp Bundesliga'ya Stuttgart'a transfer olmuştu . İşte o gün bugündür adını duymadık Camoranesi'nin . Koca sezonda 3 kez 11'e girebilmiş , yedek kulubesinin müdavimi olmuş . 34 yaşındaki futbolcu Almanlara siz yolunuza ben yoluma demiş Almanya'dan ayrılmış . Karşılıklı olarak sözleşmesi feshedilmiş . Sevdiğim adamlardan birisiydi . Şimdi bu yaşta ne yapar , kimin gözüne girer Allah kerim . Almanya'da ne işin vardı be senin gözüm ?

25 Ocak 2011 Salı

Darphane çalışmaya başladı !

Galatasaray'ın Sivasspor ile geçtiğimiz sezon Ali Sami Yen'de oynadığı maçta elde ettiği gelir 150 bin lira ! Sivasspor ile TT Arena'da oynadığı maçta ise sadece bilet satışından elde ettiği gelir 1 milyon 142 bin lira imiş . Yani nerdeyse 7.8 katı filan . Diğer miktarlardan bahsetmiyorum bile . Ali Sami Yen'de oynanan maçlarda elde ettiği gelirle elektrik parasını bile ödemekte zorlanan G.Saray'ın gelirleri Arena'nın yapılmasıyla birden fırladı . Önceden Derbi maçlarında bile elde edilen gelir 650 bin lira civarındaymış . Şimdi derbi başı 2.5 milyon lira gelir bekleniyor . Amaç ayrıca kombine satışlarını artırıp yılda 30 milyon lira civarında kazanım elde etmek . Büyük takım olabilmeyi yeni yeni öğreniyor Cimbom . Darphanesi pardon stadı olmayan takımlar ister istemez yarışın dışında kalıyor . Daha şimdi değil ama bir kaç sene sonra Cimbom'un bu stadda oynamakla ne kadar hayırlı bir iş yaptığını tam manada anlayacağız galiba. Tabi bu kadar geliri nasıl değerlendirirsiniz orası ayrı bir konu . Ona da iyi bir yönetim gerekiyor hani yani ....

Cantona'nın bir günü !!!

Nasıl bir adamdır, nasıl bir ruh hali var bu adamın siz karar verin :

Çalar saatlerden nefret ederim . Benim günüm kuşların kaprisleriyle başlar . Saat 9’da bir toplantım olabilir .Şayet kuşlar beni uyandırmazsa geç kalırım . Cosmos ile olan kontratım bu olasılılığı doğruluyor . Aynı zamanda , saat 6’da güneş doğarken tek bir serçe kuşu veya güvercinler tarafından ziyaret edilirim . Sorarım onlara “Beni niçin uyandırdınız ?” Kuşların cevabı hep aynıdır . “Eric bugün yaşamak zorundasın!”

Duş yapmaktan nefret ederim . Hiç aslan duş alır mı ?Hiç büyük kutup ayısı duş alır mı ? Hayır! Onun yerine yağmur suyunda yıkanırım . Manchester’da her gün yıkanırdım . Provence’de haftada bir kez . Burada New York’ta doğrudan banyoma doğru yönlendirilmiş oluklu bir çatı katım var . Gerçekten muhteşem !


Her sabah en azından 6 bardak sert kahve içerim . Sütten nefret ederim . Mülayimliğin aslıdır bu. Yeni doğmuş bir bebekken , annemin göğsünü bırakır kırmızı küçük bir bardaktaki liköre uzanırdım . Bu bardağı düşününce ağlarım .


Benim için hiçbir iki gün aynı değildir . Eğer aynaya bakar ve bir ressam görürsem resim yaparım . Eğer bir şair görürsem şiir yazarım . Çoğu kez aynada bir armadillo gördüm. Bunlar kötü günlerimdi .Yaratıcılığım sınır tanımaz. Son zamanlarda Steve Bruce (Güzel adam) hakkında bir sone ve II.Katerina’nın hayatına dayalı komik bir opera yazdım .


Cosmos’daki rolüm benim sanatsal verimimi engellemeyecek . Aksine , kendimi sadece futbol direktörü olarak değil sanat direktörü olarak ta görüyorum . Her ikisinde de toplantıdan kaçınacağım . Cantona bir “auteur”dür (yazar) . Bunu diğerlerinden öğrenmekte yetersiz olduğumu söylemek için söylemiyorum . Amacım hem Manchester United’ın Carrington tesisleri hem de Warhol’un yeni yetme sanatçı yetenekleri yetiştirdiği The Factory’ye benzer bir ambiyans oluşturmak .


Elbette , kendimi Ferguson ve Warhol gibi hayalcilerle mukayese etmiyorum . Ne Pele ne de Zidane’la da . Kendimi kısıtlanmamış bir güç , bir modern Da Vinci gibi görüyorum . Soru “Cantona nedir?”değil . Soru “Cantona ne değildir?”


Öğle yemeğine bir tutkum var . Favori yemeğim cassoulet ; ördekli , kazlı domuzlu ve fasulyeli güveç . Sizin kuru fasulyenizden değil . Kuru fasulyeden nefret ederim . İnsan ruhunu alçaltan bir tadı var . Öğle yemeğinde , şarap içerim ve kadehimi servetime ve Cantona’nın etkilediği herkese kaldırırım .


Sonra tekrar aynadaki yansımama bakarım . Belki şimdi bir aktör görürüm ve rol yapmalıyım . Aynanın önünde bir süre durur ve Molière’den okurum ya da Des Lynam’ı oynarım . Çok iyi oluyor ...!


Sonra oyuncularım Cosmonot’larımla vakit geçiririm . Onlar varlık bakımından benden epeyce düşük olmalarına rağmen onları coşturmak için elimden geleni yaparım . Sık sık daha fazlasını . Onları okşarım ve seslenirim .Sişşşt ! Siz muhteşemsiniz . Sonra sessizce kalakalırlar fakat gözleri der ki “Teşekkür ederim babacığım !”


Akşam yemeğine olan tutkum öğleye göre daha yoğundur . Akşam yemeği için seviştim ; yemeğe baktım ; kirletmek için değil ; yemeği yedim .


Akşamları benim en korkunç derecede yaratıcı dönemim . Aralık 1992’de Sheffield Wednesday’a karşı Leeds için oynadığım yorucu fakat ferahlatıcı bir maçtan sonra eve gittim ve hemen transa geçtim . 36 saat sonra , oturma odamım duvarında kandan sıvanmış Garry Mc Allister portesini bularak uyandım . Kimin kanıydı fikrim yok . Akşamleyin , beni cezbeden dürtülere dayanmak gerçekten imkansız.


Ve sonunda yatağa , rüyalar tiyatrosuna . Sanatı hayal ederim , Phil Neville’ı hayal ederim ve daima kırmızı bardağın düşünü görürüm .


20 Ocak 2011 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Finalleri : Bölüm 2


AC MILAN 4 - 0 BARCELONA FC

Bir önceki finalde Marsilya karşısında hayal kırıklığı yaşayan Milan yeni bir yapılanmaya girmiş ve ertesi sene tekrar finalde oynayabilme becerisini göstermişti . Bu defa rakip Cruyff’un Barça’sı idi . Dönemin iki üst düzey futbol oynayan takımları Atina’da finalde birbirine rakip olmuşlardı . Daha maç arifesinde hakem krizi yaşandı . UEFA’nın Hollandalı bir hakemi (John Blankenstein) bu finale ataması Milan cephesini kızdırmıştı . Çünkü Barcelona teknik direktörü bir Hollandalı idi . Aynı zamanda sahadaki Koeman Katalanların en gözde isimlerinden birisiydi . Milan bu atamaya itiraz etti . UEFA hakemi değiştirmek zorunda kaldı ve bir İngiliz’i (Philip Don) maça atadı . Şüphesiz alınan bu kararda Hollandalı hakeme İtalyan taraftarlarından gelen ölüm tehditlerinin etkisi daha büyüktü . Capello’nun Milan’ı o sezon ligde Şampiyon olurken önceki dönemlerin aksine savunma futbolunu benimsemişti . Van Basten , Rijkaard ve Gullit ‘in Çizme’ye vedasıyla beraber Savicevic ve Massaro ön plana çıkmıştı . Marsilya'dan alınan Desailly takviyesi takımın direncini arttırmıştı. Öyle ki ligde 34 maçta sadece 15 gol yiyen Milano temsilcisi İtalya rekorunu bugün bile elinde tutmakta. Orta sahada Albertini Rossoneri'nin adeta parlayan yıldızıydı . Milan'ın aksine Barcelona kendi kimyasına uygun bir biçimde o zamanlarda hücum futbolunu benimsemişti . Cruyff her zaman oyuncularına "Sahaya çıkın ve bu işin tadını çıkarın"desturunu aşılıyordu . İki Şampiyon takımın yapısı oldukça farklıydı . Milan o sene Şampiyon olurken sadece 15 gol yemişti yemesine ama fakat attığı gol sayısı da 35 idi . Barcelona'nın o sene Şampiyon olurken attığı gol sayısı 91'di !Barcelona kağıt üzerinde herkesin favorisiydi . Bir tarafta gol manyağı bir takım diğer tarafta da adeta bir et duvarı! Bulgar Stoichkov ve Brezilyalı Romario'nun yıl boyunca gösterdiği performans muhteşemdi . Herkes Milan'dan savunma ağırlıklı bir futbol beklerken Fabio Capello herkesi şaşırtmış ve hücum hattını ön plana sürmüştü . Bu Barça cephesini bir hayli yanıltmış ve yıpratmıştı . Albertini , Massaro ve Savicevic'i besliyor ve Desailly güçlü mücadelesi yetmiyor gibi bir de rakip kaleyi de yokluyordu . Costacurta ve Baresi'nin bu maçta oynamayışı belki de işe yaramıştı . Milan'ın baskılı oyunu Barça defansının dengesini altüst etmişti . Savicevic'in Nadal'ı ekarte edip Massaro'ya golü attırması maçın sanıldığı gibi geçmeyeceğine bir işaret sayılabilirdi . Donadoni'nin asistiyle Massaro yine 45'te fileleri bulmuş ve İtalyanlar soyunma odasına 2-0 ile moralli ve cesaretli gidiyordu. Massaro Marsilya finalinde kaçırdıklarının acısını sanki bu maça saklamıştı .
Savicevic bu maçta belki de torunlarına bile sık sık anlatacağı hayatının futbolunu oynuyordu . Balkanlar esintili kendine has tekniği ile Nadal ve Ferrer'i çaresizlik içinde bırakmıştı . Bu dünyadan olmayan futboluyla bizi bugün büyüleyen Barcelona'nın hocası Guardiola bile bu maçta sefilleri oynamıştı . 4-4-2'li Mian 4-3-3'lü Barcelona karşısında futbol resitali veriyordu . Savicevic'in oyunu golle süslemesi gerekiyordu ve bunu da yaptı . Zubizaretta'yı aşırtma bir vuruşla avladı ve Milan daha hemen ikinci yarının başlarında skoru 3-0 yapmıştı . Bu gerçekten inanılmaz bir skordu . Çünkü Avrupa'da yaşayan Ademoğulları böyle bir skoru akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi . Milan Barcelona defansında yaşanan gedikleri acımasızca cezalandırmıştı . Desailly son kurşunu sıktıktan sonra artık oyunun tadı kaçmıştı , çünkü maçın bitmesine daha yarım saat varken ortaya çıkan 4-0 lık tablo Katalanların şevkini kırmıştı , hatta tribünler yavaştan topuklamaya başladı .İki yıl önce Sampdoria'yı devirip bu kupaya erişen Barcelona ve bir sene önce Marsilya'ya finalde boyun eğen Milan Atina'da karşılaştılar ve maç sona erdi . Herkes hücum futbolu oynayan takımın kazanacağını varsaymıştı . Varsayımları doğru da çıktı fakat bu futbolu Milan'ın oynayacağını kimse düşünememişti . Barcelona tarafının şikayet edecek hali yoktu çünkü onlar kendilerinden daha iyi oynayan bir takıma yenilmişti. Milan Avrupa'nın en büyüğü olmuştu .
Not : O yıl eleme grubunda Barcelona'nın G.Saray ile aynı grupta mücadele ettiğini de hatırlatalım . İstanbul'daki maç 0-0 berabere bitmiş Nou Camp'taki maç Amor , Koeman ve Eusebio'nun golleriyle 3-0 sona ermişti.
18 Mayıs 1994
Milan :
Rossi, Tassotti, Panucci, Albertini, Galli, Maldini (Nava), Donadoni , Desailly, Boban ,Savicevic , Massaro
Barcelona : Zubizarreta , Ferrer, Guardiola, Nadal , Koeman ,Bakero , Sergi (Estebaranz),Stoichkov , Amor ,Romario ,Begiristain
GOLLER: Dk.22 ve 45 Massaro , Dk. 47 Savicevic , Dk 59 Desailly

Yekta'nın gelmesine sevindim ...

İzmir aslında tam bir futbolcu cennetidir. İzmir çocuğu Yekta Kurtuluş futbolumuzun nadide gençlerinden birisi . G.Saray'ın son yıllarda oluşan kalitesiz ve çapsız yerli futbolcu potansiyelinde parıldayacak adamlardan birisidir. G.Saray'ın şampiyonluklarında dikkat edersiniz yerli dinamikleri etkin rol oymamıştır . Dolayısıyla G.Saray'ın yabancı müsrifliğinden çok kaliteli yerli sayısına ziyedesiyle ihtiyacı var. Iskalanmasından endişelendiğim bir yeteneğin G.Saray'a gelmesine çok sevindim . Kendine iyi bakar sakatlanmazsa , futboluna her gün bir şeyler daha katabilirse geleceği adına olumlu şeyler söyleyebilirim . Bir de Hagi bu genci bozuk para gibi harcamazsa iyi olur hani . Stancu'ya gelince hiç bir fikrim yok . Umarım burada , yeniden patlamaya ihtiyacı olan Romen futbolunun fişeklerinden birisi olur.

Senin için dağları delerim ....!

Dünyanın en pahalı forması ....

Fransa milli takımının malzeme tedarikçisi Nike oldu biliyorsunuz. Laurent Blanc formaları beğenmiş ama biraz İtalyanvari bulmuş. Katılıyorum aynen . Fransa formatından farklı bir çizgi tercih edilmiş. Neyse pekte önemli değil, gözlerimiz alışır , eski tarzı aklımıza bile gelmez ilerde. Benim dikkatimi çeken Nike'ın Fransa ile yaptığı anlaşmanın miktarı . 2018 yılına kadar 300 milyon Euro'ya anlaşmış Nike . Senelik 42 milyon Euro küsur para ediyor. Bu Fransızlar için inanılmaz bir gelir kaynağı . Bu anlaşmayı yapanın alnını öpmek lazım . Dünyanın en pahalı forması bu oluyor galiba. Fransa son 12-13 seneye damgasını vurmuş bir takım . Ama son dönemde tüm dünyanın maskarası olup ele güne rezil olmuşlardı. Nike nasıl böylesine büyük bir rakamı gözden çıkarıp neye dayanarak yatırım yapmış merak halindeyim . "Against modern football" zihniyetinin can çekiştiği andır bu forma ...

10 Ocak 2011 Pazartesi

En iyisi ...

2010 yılının en başarılı teknik direktörü kimdi diye sormuştum . Special One'ın Inter ile yaptıkları ve Nou Camp tribünlerine doğru zafer deparı atıp Katalan ahalisini kızdırması geçtiğimiz sezona damgasını vurdu şüphesiz. 100 kişiden 77'si Mourinho , 13'ü Del Bosque derken , 9 kişi de Van Gaal'a oyunu kullanmış. Ancelotti 1 tane oy alabilmiş. Ancelotti'nin bu ankette ne işi var diyebilirsiniz .Ama İtalyan'ın ilk senesinde Chelsea'yi gol fabrikasına dönüştürüp şampiyon yaptığı gerçeğini göz ardı edemezdik . Ufak bir inceleme yaptım acaba bu adamlar 2010'da ne yapmış diye . 2010 yılında Mourinho Inter ve Real Madrid takımlarında 63 resmi maçta takımın başında olmuş . 44 galibiyet , 14 beraberlik ve 5 mağlubiyetle yılı kapatmış . Özellikle CL'de yaptığı taktik organizasyonları ve karakteri Inter'in başarısının da önüne geçmişti. Yılın en kötü anı kuşkusuz 5-0'lık El Clasico gecesiydi.

Vicente Del Bosque kulüp takımı çalıştırmadığı için biraz daha avantajlı ve makina düzeninde işleyen Barcelona destekli milli takımıyla 12 resmi maçta 11 galibiyet alıp 1 yenilgi tatmış. Hatırlarsanız o da Dünya Kupası'nda İsviçre'ye karşı oynanan maçtaydı. Dünya Kupası hem ülkesi hem de onun kariyeri açısından 2010'u unutulmaz yapmıştı.


Hollandalı Van Gaal Bayern Münih'i CL finali oynatarak Alman futbolunun zirvelere tırmanmasında katkıda bulunmuştu .Finali kaybetmesine rağmen sağlam bir prestij elde etti . O da geçtiğimiz yıl 54 resmi maçta 35 galibiyet , 10 mağlubiyet ve 9 beraberlik aldı.


Son dönemleri bir hayli sarsıntılı geçen İtalyan Ancelotti'nin 56 resmi maçta 37 galibiyeti , 13 mağlubiyeti ve 6 beraberliği var. İlk senesinde Premier League Şampiyonluğu yaşamasına rağmen üst üste yaşadığı puan kayıpları geçtiğimiz sezonu unutturdu bile. Her şeye rağmen geçen sene Chelsea'ye oynattığı futbol gözlerimizi okşamıştı.

9 Ocak 2011 Pazar

Zenginin malı, züğürdün çenesi ...

Dünya malı dünyada kalsın , adamların ne kazandığı bizi ilgilendirmiyor . Parasını helal ettirsin yeter; zaten taraftar ahalisi topçu işini yaptıktan sonra parayı aklına bile getirmez. Ama insan yine de merak ediyor işte , bu para nasıl harcanıyor diye . Futebol Finance 2009-2010 senesinde en çok kazanan 50 futbolcunun listesini vermiş , yeni farkettim . Ben 20'sini size veriyorum . Messi nasıl Ibrahimovic'in gerisine düşmüş merak içindeyim .Oynadığı futbol ve yaptığı işlerle aldığı para az gibi geldi bana . Neyse fazla konuşmayayım , tövbe,tövbe...

United 95

4 Ocak 2011 Salı

Birileri şu yönetimi durdursun !

Galatasaray mı , ıslah evimi belli değil ! Elin zibidilerini , ıskartalarını takıma monte edip durdunuz , Arena'nın lüks localarında puro yakıp komediyi izleyin artık . Bu yönetim tek başına rus ruleti oynuyor . Ne zaman beyinleri patlayacak merak halindeyim . Bu çakma Türk'ün eti budu belli , ne yapacağı belli .Hadi onu geçtik takımın eksik bölgeleri dünden belli . Bu transfer de neyin nesi yahu ! Vah Misimovic vah ! Nasıl bir cümbüşün içine düştün gör şimdi . Allahım şu sezon ne olur şimdiden bitsin artık ...

3 Ocak 2011 Pazartesi

XAVI 549

Resimdeki vatandaşın ismi Miguel Bernardo Bianquetti , kısaca ona Migueli diyorlar . Bu adam Barcelona formasıyla oynadığı 15 sezon (1973-1989)boyunca tam 549 kez Barcelona forması giyerek ulaşılması güç bir rekoru elinde tutuyordu. Ta ki düne kadar , çünkü Xavi bu rekora ortak oldu Levante maçıyla . Xavi Hernandez 98 yılında A takımla beraber oynamaya başladığı zaman bu rekoru egale edeceğini düşünürmüydü bilmem . Muhtemelen bu sayıyı daha da yükseklere çekeceğini rahatlıkla düşünebiliriz. Fakat kadir mevlam izin verirse Xavi'yi de Messi, Pedro ve Krkic gibi genç isimlerin geride bırakabileceği tahmininde bulunabiliriz. Miguel haliyle daha alt sıralara inecektir. Örneğin, Messi'nin Barça formasıyla şu ana kadar oynadığı maç sayısı 237 . Lakin yaşının 23 olduğunu unutmayalım . 30 yaşındaki Xavi'yi de kafadan 5 sene daha izleriz kanımca . Büyük adamsın ...

1 Ocak 2011 Cumartesi

Bir zamanlar San Siro

2010'da tribünleri kimler doldurdu ?

Bill Turianski'nin haritaları meşhurdur bilirsiniz . Bilmeyenler buraya bir göz atsın. Geçtiğimiz sezon seyirci ortalaması en yüksek 52 takımı rakamlarla verilmiş bu haritada . Ortalama sınırı 29.000 seyirciden tutmuş Bill. Bu rakamı aşan 52 takımın içinde Türkiye'den bir tek Fenerbahçe var. Yeni stadıyla gelecek sene G.Saray'ın da bu listeye gireceğini umut ediyorum . Şampiyon her zamanki gibi 16 takımla Almanya'dan . İlginçtir Almanya'dan Kaiserslautern ve İngiltere'den Newcastle United ile Derby County geçtiğimiz sezon bir alt ligler olan Bundesliga II ve Championship'te mücadele etmesine rağmen listeye girmeyi başarabilmişler. Portekiz takımı Benfica bir önceki sezona oranla seyirci sayısını % 40 arttırırken , İtalyan devi Milan'ın seyirci rakamları 2010'da % 28 gerilemiş. Juventus listede bile yok . Resme tıklarsanız ayrıntılı görebilirsiniz ...

Bir zamanlar Nou Camp

Freddie Ljungberg Celtic'te

Arsenal'de oynarken (özellikle 2001-2002 sezonu) formu tam anlamıyla tavan yapmıştı . Kırmızı boyalı kafası ve tuhaf saç stilleriyle adından çok söz ettiren tam bir savaşçıydı ve ben çok severdim onun inatçı futbolunu . Arsenal'in üstüste yenilmediği 49 maçlık seride oynadığı oyun onu Larsson ile beraber İsveç futbolunun en büyüğü yaptı . Sonra yaşadığı sakatlıklar ve migren sorunu derken kendisini Westham United, Seattle Sounders ve Chicago Fire takımlarında buldu . Yaş 33 .Eski Ljunberg'den eser yok tabi . Ama her şeye rağmen futbolunun son demlerinde ve bence kendisine şu an itibariyle en uygun kulübü buldu . Bir kıvılcım bir patlama onu tekrar gözde yapabilir. Celtic'in herkese nasip olmayan 7 numarasını da kapmış durumda . Daha önceleri 7 numarayı hemşosu Larsson , Kenny Daglish , Juninho , Mc Donald ve Zurawski gibi isimler giymişti . 7 numaranın ada futbolunda ayrı bir yeri olduğunu hatırlatalım...